Nimri Dede, büyük Anadolu bilgelerinden biri idi; Keban'ın Nimri Köyünde yaşadı ve öldü. Söyledikleri bir faninin ömrünü aşan derinliğe ve zenginliğe sahipti; ilim dünyamız bu büyük değere bigâne kaldı. Eskiden Araptan ve Farstan daha sonra da Batıdan ezberlediklerini tekrar etmeyi marifet sayan şanlı ilim dünyamız (!), Varoluşçuların defterini bir kıtayla düren Nimri Dede'ye hala erişebilmiş değil;
"Süregeldim aşk meyini içerek
Her bir akı karasından seçerek
Varlık dağlarını delip geçerek
Düzde ben bir insan olmaya geldim"
İnsan, sanıldığı gibi olmuş- bitmiş bir varlık değil, olması gereken bir varlıktır. İnsan olmak için varlığın engelleyici tuzaklarına düşmemek; yani varlığımız ile özümüz arasına dünyalık nesneleri yığmamamız gerekiyor; zira bu nesneler/şeyler zamanla özü kuşatır, istila eder; varlığımız/sözümüz, özümüze erişemez hale gelir ve özümüz çürür; Sivaslı Noksani'nin "Özü çürük imiş duyduk sonradan" dizesi, böylesine bir olmamışlığa, taşlaşmaya ve çürümeye yapılan sitemli bir göndermedir.
İnsan olmak, hakkı ve adaleti bilmeyi, işlemeyi; iyiyi ve kötüyü, haramı ve helali ayırt etmeyi, yani akı karadan seçmeyi ama 'her bir akı karasından -bir defa değil -her an/sürekli- seç'meyi gerekser; böyle bir insan, kendi varlığından varoluşunu seçecek, kuracak ve geliştirecek yetkede, farkındalıkta bir insandır; kendisi ve diğer varolanlar hakkında düşünebilecek, eyleyebilecek ve tasarrufta bulunabilecektir; böylesi farkındalık düzeyine erişmiş olmayı bazı düşünürler 'dasein'' sözüyle ifâde eder. Aciz bir kul psikolojisinden kendisi ve tüm varolanlar için ' her bir akı karasından seçebilen' donanımdaki bir bireye dönüşmek, insan olmanın; daha önemlisi düzgün bir insan olmanın en önemli aşamalarından biridir. Böylesine 'düzgün insan'lardan kurulu bir toplumda; insanların gözlerinin içine bakarak yalan söyleyemezsiniz, haksızlık yapamazsınız ve haram yiyemezsiniz; bu tür insanlar, yalnış yaptığınızda karşınızda durur ve sizi bir deniz feneri gibi doğruya, hakikate davet -bazen icbar- eder. Ne var ki, düzgün bir insan; içi boşaltılmış sözlerle, düşünce kusmuğu sloganlarla ve sürü kenetleşmesiyle olmuyor; çaba ve cehd istiyor; "İkilik kirini içimden atıp/ Özde ben bir insan olmaya geldim. Taht kuralı ariflerin gönlüne/ Sözde ben bir insan olmaya geldim"
Özde/özü doğru ve sözde/sözü doğru bir insan olmak için; öncelikle ikilik kirini içinden atması, arınması şarttır; içimizdeki ikilik kir''i, insanî zaaflarla ruhumuzu aşağılara çeken ve özümüze prangalar vurmaya kalkan bütün olumsuzluklar bütünüdür; insanı taşlaştırır. Lakin ikilik kirini içimizden söküp atmak da tek başına yetmez ; bir yola girmek ve bir yolu yürümek de lazımdır; bu yol da ışıklı hayatların aydınlattığı ariflerin/ sadıkların/ enbiyanın yoludur; denenmiş, sahih, emin yol...
Toplumları var edecek ve yaşatacak şey; çıkarlarından daha önemli değerlerin olduğunu bilen, düzgün, kişilik sahibi bireylerin yetişmesine bağlıdır; zira özü eğri/çürük insanlarla -ünvanları, makamları ne olursa olsun- bir yere varılması, nihai başarı elde edilmesi imkansızdır.
Dünya malı/varlık, çoğu zaman oltanın ucundaki yem gibi, insanı tora/tuzağa çeker ve bütün özünü çürütecek süreçleri başlatabilir. Bu yüzden insan olmak için, varlığın bu engelleyici yönüne kanmamak ve tuzaklanmış varlık dağlarını kararlılıkla delip geçmek gerekiyor.
Elbette bütün bunlar da aşk ile olmalıdır; "Süregeldim aşk meyini içerek" dizesi, dünyanın aşk üzre döndüğüne işaret eder. Zira Koca Yunus, "Aşkı olmayan gönül misali taşa benzer" der ve devam eder "Taş gönülde ne biter/ Dilinde ağu tüter/ Nice yumuşak söylese/ Sözü savaşa benzer. " Yunus Emre, aşkın terbiye etmediği bir gönlün duyarsızlaşacağını yani taşlaşacağını; ne kadar yumuşak/ kibar konuşmaya çalışsa yine de sözüyle herkesle savaşacağını, söyler. Gönlü taşlaşmış biri, aslında varlığın özüne, hayatın kendisine yabancıdır, düşmandır. Böylesine atık bir postülata dönüşmüş biri; asık surat, çatık kaş ve cehennemleşen yüzüyle hayata yüktür.
Aşk , eriştirici ve dönüştürücü bir değer olarak insanı kendi ile, dünya ile yüzleştirir ve sınırlarını keşfetmeyi öğretirken; gönlü de yumuşatır dolayısıyla sözü ve eylemleri daha insanî bir edaya büründürür; bu oluş 'süregel/en' bir devamlılığa sahiptir. İrfan kültürümüzde iyliğin ve oluşun sürekliliği makbuldür; konjonktür duruşlar, yasak savma kabilinden çözümler ve kişiliksiz sevinçlere iltifat edilmez. Bu yüzden Nimri Dede "özde insan olma"yı, varoluşun temel amacı ve ana hamlesi sayar.
İrfan kültürümüzün bu duru kaynakları anlaşılmadan, bir Türk felsefesinden bahsetmek hemen hemen imkansızdır...
Üzerinde yaşadığımız toprakların rüyasını gören nesiller yetiştirmeden, nitelikli bir kalkınma hamlesi yapamayacağımız gibi o topraklara ilanihaye sahip olmanız da mümkün değildir. Yapmamız gereken tek şey, memleketimizde "el gibi dolaşma/dan" arı ve duru pınarlarımızdan ruhumuzu kandırmak ve dünyaya, dünyanın birikimiyle bu büyük değerleri anlatmaktır. Unutulmamalı ki, kendisi ol/a/mayan insanlar ve toplumlar asla başkası da olamazlar; zira milliyet gibi insanlık da olmuş bitmiş bir şey değil; sürekli olan, olması gereken bir şeydir/fenomendir. Koca Yunus "Her dem yeniden doğarız/ Bizden kim usanası " derken, aslında Nimri Dede'nin "olmaya gelmiş" insanına ait ruh kodlarına da vurgu yapar.
Milli Eğitim Bakanlığı, pek çok lüzumsuz ezber bilgi yerine; çocuklarımızı, irfan kültürümüzün bu duru ve temiz kaynakları ile bir an önce buluşturmalıdır...
Zira bu kaynaklar, Antheus'un toprağı gibidir; onunla temas eden herkesi yeniden doğuracaktır...
( Not: Nimri Dede'nin şiirleri, Prof. Dr. Ahmet BURAN'ın büyük gayretiyle kitaplaşmıştır (Manas Yayıncılık); kendisine teşekkür ediyoruz. )