Güneş'in yumuşacık elleri, penceremden içeri habersizce girmiş, yaramaz bir çocuk gibi yüzüme dokunuyor; "Hadi kalk, uyan artık." der gibi. Gözlerimi açmayı hiç istemiyorum. İşte; diğer günlerin aynısı bir gün daha. Artık sorunlarıma gözlerimi kapatmak ve onlar yokmuş gibi davranmak istiyorum, ama. Yaşama dâir ne kadar sorun varsa, kılıçlarını çekmiş beni bekliyorlar ve ben de her zaman ki gibi bir şövalye asâleti ile onlara meydan okumaya başlıyorum.
Dünya, bir meydan savaşı. Hergün güneş doğarken başlayan, gün batarken mola verilen. Eski usül yâni. Değişen hiçbir şey yok. Hayat, bundan ibâret, anladım. Anladım ki, savaşmadan olmuyor.
Kaç cephede birden mücâdele veriyoruz? Hayatın akışı içerisinde bundan pek haberdâr olmuyoruz ve siz, yorulup bitirmek isteseniz de; diğer insanlar, buna izin vermiyor. Pek hevesliler kendi alanlarını genişletmek için başkalarının hayatını daraltamaya. Bitmiyor anlaşılacağı üzere. Dışarıya verdiğin mücâdele yetmiyormuş gibi, bâzen küçük Truva oyunları ile içeriden yıkılmaya çalışılıyorsun. Tüm gönül hânelerin, acımasızca ateşe veriliyor.
Böyle içte ve dışta mücâdele verirken; güçlü olmak, ayakta durmak adına duygularınızı görmezden geliyorsunuz bâzen, bende olduğu gibi. Ne zaman duygularım dışarı çıkmak istese, onlara her izin verdiğimde derinden yaralandılar ve her yaralarını sarışımda; takılan gül dikenleri, ellerimi kanattı.bende. Farkında olmadan yüreğime bir kuyu açmışım. İçine elime ne geçerse atmışım. Üstüne sağlam bir kapak kapatmışım; dışarı çıkıp beni zayıf göstermesinler diye.
Aradığım zaman duygularımın yerinde koca bir boşluk oluştuğunu fark ettim. Sanki koca bir kara delik gibi her şeyi içine çekmiş benim kuyu. Şimdi içimde hissettiğim boşluk, bundan kaynaklanıyor sanırım.
Her zaman "Gevreği içine, yumuşak yüzü dışına" sözü ile hareket edip içeriden kıyım kıyım kıyılırken hep, herkesin içinde hiç kimsesiz yaşayabileceğimi düşünerek kale surlarımı çok sağlam inşâ etmişim; kapılarına kim dayanırsa dayansın, içeri almak istemediğim için.
Kimseye ihtiyaç duymadan yaşamayı öğrettim kendime. İnsanlara; en az benim kadar zayıf olan insanlara muhtaç olmamak, tek ilkemdi. Zaman içerisinde yaşaya yaşaya kendin için tek sağlam duvarın kendin olduğunu anlıyorsun. Sırtını varlığından emin olarak dayadığın her duvarın aslında çöldeki serap gibi olduğunu fark ediyorsun. Bir başınasın her insan gibi.
Peki bu hayat'ın sürekliliği içersinde ne yapacaksın? Dayandığın her duvar, tuttuğun her dal, aldanma oldu diye vaz mı geçeceksin? Yaşadığın acılar kadar gerçek; ama onlardan daha güzel olan mutluluğu ıskalayacak mısın? Yaralanma korkusu yüzünden bu oyundan uzak mı tutacaksın kendini?
Şimdi bir karar ver diyorum kendime, karar ver! Ya en ufak bir esintide yerle yeksân olacaksın ya da köklerini toprağa öyle bir sabitleyeceksin ki, en güçlü kasırgalar bile yıkamayacak seni, dimdik meydan okuyacaksın. Çünkü karşılaşacağın hiçbir zorluk, senin gücünün üstünde değil. Seni güçsüzleştiren, zayıflatan acı otlardan temizle bağrını. Üstüne yağan yağmurun şiddeti ne olursa olsun, korkma! Hatta yapraklarını delecek gibi görünen doluya bile yakalansan da; bu, seni ilkin üşütse de bil ki, aynı zamanda büyümene ve köklerini kuvvetlendirmene yarayacak, yine bu yağmurlar, dolular.
Zaman geçer, bir ılık esinti gelir. Yapraklarında kalan son damlaları da silkeler ve sen de kendine gelirsin. Daha bir güçlenmiş olarak selamlarsın güneşi. İşte o zaman; renk renk, çeşit çeşit meyveler vermeye de başlarsın.
Bırak küçük kuşlar, aç insanlar faydalansın senden. Bırak başka bir yerde huzur bulamayan çocuklar, senin gölgene sığınsın. Sağlam dallarına salıncaklar kursunlar. Şen kahkahâları, senin ruhunu da beslesin. Bırak tohumların, toprağa dökülsün sonra. Onların nârin bedenleri ile topraktan çıkışlarını seyret. Çevrende yeni yeni fidanlar yetişsin senden geleceğe kalan ve keşfet aslında yalnız olmak istemediğini.