Çocukken öğretmenlerimiz ya da aile büyüklerimiz, bize hep o dehşet verici soruyu sorarlardı: "Söyle bakalım, büyüyünce ne olmak istiyorsun çocuğum?" Bu soruya ilk muhatap olduğum günü hatırlıyorum da, öylece kalakalmıştım. Aklımdan neler geçmişti neler. Dakikalar geçiyordu, bende hala çıt yok. "-Şeyy, ben insan değil miyim öğretmenim, başka bir şey mi olmam gerekiyor?" gibi garip bir soru ile cevap vermiştim. Öğretmenim de;
"-Hayır oğlum, bak, örneğin; ben, öğretmenim. Size okumayı öğretiyorum. Sen ne olmak istiyorsun?"
"-Ben de öğretmen olayım o zaman öğretmenim."
"-hımm.peki söyle bakalım ne öğretmeni olacaksın?"
Haydaa! Canıma okuyor gibi hissettim kendimi;
"-Bilmem. Siz, okuma öğretiyorsanız; ben de yazma öğretmeni olayım bari."
Off. Sınıfta bir kahkaha tufanı koptu ki hiç unutmuyorum. Bu anlattığım, daha ilkokul ikinci sınıfta ikendi. Zaman geçtikçe ne olmak istediğime dair yavaş yavaş kararlar almaya başlamıştım. Ben, bir arkeolog olacaktım. Tıpkı "İndiana Jones" gibi.insanlık tarihine ışık tutacak keşifler yapacak ve maceradan maceraya koşacaktım.
İndiana Jones olamadım, arkeolog da. Ama temposu hiç düşmeyen bir hayatım oldu bu kabına sığmaz kişiliğim yüzünden. Arkeoloji, bende tam bir tutku oldu. Artık başka bir şey olmam derken, o zamanlar TV'de boy gösteren dizilerden etkilenip avukat olmaya karar verdim. Masumları savunan, suçsuzluklarını ispat etmek için gerçek şüphelileri tıpkı bir dedektif gibi takip edip mahkeme salonlarında bitiş konuşmasını yapıp "bam!" herkesi şaşırtan delilleri ortaya koyup imkansız davaları kazanan efsane bir avukat. Vauvv. Maalesef bu da olmadı;
Çok kitap okurdum şimdiki gibi. En büyük zevkimdi. Bazen sabahın ilk ışıklarına kadar elimdeki kitabı bitirmeden yatmadığım olurdu. Allah'ım, bazı kitaplar, sanki çikolata gibi kokardı ya da çok daha farklı bir kokusu olanlar vardı. Bu da aklıma daha heyecanlı bir fikir getirdi. Hımm. Ben, bir yazar olmalıydım. Hatta bir yayınevim olmalıydı. Matbaa gürültüsünün içinde mürekkep kokularını içime çekerek harflerin büyülü kelimelere dönüşmesini seyretmeliydim. Ama olmadı. Olamadı.
Tüm olumsuzluklara rağmen yaşamda ilerlemeyi kendimden esirgemedim. Olamadığım şeyler için yüreğimin derinliklerinde her zaman bir sızı hissettim. Olabileceğim şeylerde en iyisi olabilmek için savaşmaktan vazgeçmedim, vazgeçmem. Belki de sırf bu yüzden yaptığım ne olursa olsun en iyisini yapana kadar peşini bırakmam.
İşte böyle. Çocukken ne olmak istiyorduk, ne olduk. Duaların farklı şekil de yanıt bulmasına bir örnektir aslında benim bu Gazetede ve Başka Gazeteler de yazı yazmaya başlamam. Yine onlarca kitabın önsözlerini yazdığım gibi 2 tane kitabım yayınlandı. Yıllar sonrasında da olsa yazarlık ile ilgili hayalim, bir şekil de gerçekleşmiş oldu. Yaklaşık On dört yıl önce kurduğum bu site,ve Gazete hiç beklemediğim bir şekilde çocukluk hayallerimden birinin gerçekleşmesine de vesile olmuş oldu.
Bazen diyorum ya, "Kabul olmayan dua yoktur. Sadece hayırlı bir zamanı vardır." diye.
Çocukken de çocuk delisiydim. Öğretmen olamadım, ama çocuklarıma iyi bir baba olmak onları vatanına, milletine, dinine, devletine hayırlı birer insan olarak yetiştirmek, en büyük gayem. Bilmem ki. Hala size tuhaf bir çocukmuş izlenimi veremediysem, şu son yazacaklarıma verin dikkatinizi.
Gülmek yok ama! Altı tane çocuğum olsun isterdim küçükken, üç kız üç erkek. İsimleri de şöyle: kızlar; Deniz, Güneş ve Yıldız. İşte asıl bomba, erkeklerin isimleri; Kartal, Doğan ve Şahin. Ya ne bileyim ben o zamanlar bunların sonradan araba markası olacağını. Değil mi ya? Aaaa.